Bu sanat akımının “gerçek” anlayışı bizi nesneleri olduğu gibi değil olması gerektiği gibi, nesnenin kendisini değil anlamlarını vermeye çalışan bir gerçekçilikle yüz yüze getirir. Bu da doğal olarak soyutlamanın kapısını aralar. Zira dışarıdan görünen gerçek, özgün olamaz. Nesnenin anlamı görüntünün arkasında saklıdır. Gerçek; sanatçının iç dünyasındadır, iç gözlemle kavranabilir, sanatçının o anki duygu durumudur.
Resimde dışavurumculuk doğanın anlatımı değil, insan içinin yansımasıdır. Bu sanat anlayışında sanatçı, kendi ruhsal durumunun anlatımını doğa ile ilgili olmayan parlak renklerle dışa vurur.
Resimde ekspresyonizm (dışavurumculuk), ne nesnel doğayı ne de öznel doğa izlenimlerini yansıtmak ister. Onun dile getirmek istediği, sanatçının iç yaşantısı, iç gerçeğidir. Bu nedenle doğal olarak bütünüyle bireycidir. Bu noktada insanı, içinde yaşadığı toplumdan hatta kendinden bile soyutlar. Geriye sadece iç ben kalır.
Resimde dışavurumculuk; sanatçının, duygularını nesneler yoluyla anlatmasıdır. Nesneler, görüldüğü gibi ya da sanatçıda bıraktığı izlenimle resmedilmez. Sanatçı, nesneleri değiştirerek yeni bir forma büründürür. Doğayı kendi estetik anlayışına göre yeniden düzenler. Biçimleri bozarak kendisinin o anki içsel durumunu yansıtan bir araç hâline getirir.